WELCOME | Dean's Letter

The year of 1956 could be regarded as a significant demarcation point as far as the contemporary history of Turkey’s higher education has been considered; Middle East Technical University (METU) akin to those of prestigious examples that of the United States was introduced to Turkey’s cultural landscape as part of the nation’s a-century-long-yearning for a full-fledged modernization. Originally planned as a UN project, structured under the supervision and the academic assistance of the University of Pennsylvania and carefully exercised by the Turkish government of the said period METU was in fact regarded as a new model in higher education and became a fully operational establishment in the following years with an increasing good-will and professional attempts to make the institution “a center of excellence” in higher education, research and societal endeavors. Since then METU has already proven itself not solely as a leading institution in its region but also as a globally recognized and internationally acclaimed academic environment – after 60 years of its establishment METU can now be regarded as a success story as it has long been listed as one of the top institutions in many of the respected ranking systems world-wide. In this short history of METU, Faculty of Architecture as the founding faculty of the original establishment of the post-war years had a significant role in research and education as it radically changed the nation’s course of architectural culture and then the social and physical planning paradigm -- the Department of Industrial Design has then joined in this highly-regarded academic venture in 1979 as the final and foremost frontier of Turkey's design culture. Along with those of Francophone and Germanic school systems all established in Istanbul architectural, planning and then design education were forced to challenge a new model that of truly American, which had its unique curricula, pedagogy and an unorthodox environment, all translated from the Bauhaus model via the East Coast.

As part of its new curricula the school’s philosophy was simple: not completely fine arts or sole technical talent the said education and research rather requires a multifaceted academic environment -- also based on arts and humanities and social sciences' paradigmatic endeavors -- and thus it constantly requires analytical thinking, individual rationale, social responsibility and the critical thought. It is no coincidence that today METU Faculty of Architecture receives the top entries of all high school students who take the central university exam annually: e.g. in 2015, of almost 2 million entries the school accepted only 175 students in total with the best scores. It is now a nationally accepted fact that METU Faculty of Architecture provides an excellent environment of education and research for the best students in each year with superb competences in mathematics and the related basic sciences. We believe this is a good indication that METU’s founding principles as well as the faculty’s prime philosophy on analytical thinking, rationale, social research and the critical thought still remains, making a strong tradition of its own. In this respect, I believe that the upcoming years at METU is not an utterly new enterprise but rather a remainder of the school’s long-lasting tradition that fosters architecture, planning and design not separate domains but rather an interrelated sphere, which constantly enhances a unique co-existence, exclusive in nature.

“Tasarılar ve Tahayyüller | ODTÜ”

Uluslararası görünürlük indekslerine bakıldığında ve ulusal ölçekte akademik üretimin niteliğine yönelik saygın araştırmalar dikkatle izlendiğinde, ODTÜ ve dolayısıyla Fakültemizin yeri ve önemi ortada; Üniversitemizin kurucu Fakülteleri arasında sayılmasının yanı sıra, eğitim ve araştırma alanlarında savaş sonrası paradigmatik bir sıçramanın aktörü olması ve üstlendiği bu öncül rolünü kesintisiz sürdürmesi nedeniyle de, Kurumumuzun ayrıcalıklı bir yere sahip bulunduğunu biliyoruz.*

Bütün bunlara ek olarak, beşeri ve sosyal bilimlerle kurduğu özel ilişki sonucu, toplumsal alanda gösterdiği önder ve gerektiğinde aykırı duruşun, ODTÜ Mimarlık Fakültesi’ni kendi coğrafyamızda özgün bir alanda konumlandırdığının da altını çizmemiz gerek. Dönem dönem farklı gerekçelerle kesintiye uğratılsa da, eğitim ve araştırma alanlarına büyük bir incelikle yansıyan ve toplumsal faydayı öncelikli gören bu tutumun, 1960’lardan bu yana genel kabul gördüğü gerçeği, hepimizi ortak paydası.

Bu ortaklaşmanın, Kurumun hafızasında yer aldığını bilerek öncül yapımızı harekete geçirmek ve Kuruma ilişkin tasarılarımızı da, hafızamızı sıklıkla yoklayarak işlevsel kılmakla yükümlüyüz — bu noktada, engin akademik üretimimizin yanında, kurumsal aidiyetimizin güçlenmesi adına sosyal ve beşeri ortaklaşmalara çok daha gereksinim duyduğumuzu da eklemek isterim.

İçinde bulunduğumuz coğrafyanın güncel siyasi ve toplumsal koşulları ve/veya belirsizlikleri, kurumsal hafızamızı daha da önemli kılıyor. Eğitim ve araştırmalarımızı eleştirel akıl ve toplumcu bir siyasa ile bütünleyen ve kurum içi işleyişi her anlamda kesintisiz etkileşime, yüz-yüze diyalog ve demokratik teamüllere göre kurgulayan kurumsal kimliğimizin, her daim anımsanması gereken değerler bütünü olduğuna inanıyorum. Nitekim bu değerler bütününün, sözü edilen koşullar ve belirsizliklere yanıtlar üretebilmesinde yol gösterici olduğu aşikâr.

Düşeyde örgütlenerek [hiyerarşik bir örgütlenmeyle] idari erkin tek bir özneye koşulsuz devri yerine, kurumun tüm bileşenlerinin akademik özerkliğini savunarak, doğrudan karar alma süreçlerine katılımın geniş bir paydada sağlandığı yapılanmaların önemi ortada. Kurumumuzun toplumcu siyasasına özdeş, demokratik, adil, eşitlikçi ve ortaklaşa benimsenmiş ilkeler üzerinden biçimlendirilmiş bir yönetişimin etkin kılınması gerekiyor; dolayısıyla, kuruluşundan bu yana belirtilen biçimiyle varlık gösteren değerlerimizin sürdürülebilir olmasına çalışmak ve yeri geldiğinde, her ölçek ve ortamda Fakültemiz adına, kurumun dili ve vicdanıymışcasına sözcülük etmekle yükümlü olduğumuza inanıyorum.

Plânlama ve tasarım alanlarının özgün tarihselliği ve eğitiminin özelleşmiş bir alan olduğu hususu içselleştirilerek, yukarıda sözünü ettiğim türden bir yönetişim, Üniversitemizin diğer organlarıyla da kesintisiz bir biçimde sağlanmalıdır. Fakültemiz birimlerinin özerkliklerini gözeten, bileşenlerimizin akademik ve idari yapılanmayla ilgili beklenti ve taleplerini Fakülte bileşenleriyle birlikte dile getiren ve esasen yukarıda değindiğim kurumsal hafızamızda da yeri olan güçlü bir temsiliyetin sağlanmasının/devamının kaçınılmazlığının da altı çizilmelidir.

Fakültemizin yüksek eğitim ve bilimsel araştırmaya getirdiği ve devrimci addedilebilecek kimi yapılanma ve girişimlerini de her daim anımsamakla yükümlüyüz; bütün bunlara karşın, nostaljik/romantik saplantılarla değil, güncel ve günümüz koşullarını doğru ve yerinde tespit eden akılcı tahlil ve toplumcu bir siyasa ile kurumsal hafızamızı yoklamamız gerektiğini bir kez daha yinelemeliyim. Bu perspektiften bakıldığında, kurumsal tarihimizde özellikle yer edinen ancak süreç içerisinde kesintiye uğrayan ve/veya unutulmaya yüz tutan önemli bir konuya dikkat çekerek değerlendirmeme başlamak isterim:

Fakültemiz bileşenleri arası eğitim ve araştırma alanlarında geçirgenliğin çağdaş yaklaşım ve pedagojileri gözeterek ve hiç şüphesiz ki, bileşenlerimizin talep ettiği doğrultuda ve özgün bir biçimde kurulması gerekmektedir. Lisans seviyesinde neredeyse etkisizleşen, lisansüstü seviyesinde ise tekil girişimlerle sürdürülen geçirgenliği, bölümler ve disipliner/interdisipliner programlar arasında kuvvetle sağlayacak ve yeri geldiğinde bunu formal yollarla işlevsel kılacak ilke kararlarına ve araçlara gereksinim duymaktayız.

Özellikle lisans seviyesinde bölümler arası geçirgenliği, öncelikle en dinamik bileşenimiz, öğrencilerimiz aracılığıyla kurmalı ve dolayısıyla öğrenciler, asli çalışma ölçeklerinin dışında kalan alanlara ilişkin farkındalık [bilgi ve beceri] geliştirmelidirler. Disiplinlerarası çalışma ortamlarına hazırlık anlamına da gelecek bu tür arayüzlere [ortak stüdyo konuları/çalışmaları, zorunlu ya da seçmeli ders havuzu, bölümler arası ortak seminer, çalıştay, sürekli yaz ya da kış okulları, vb.] salt lisans seviyesinde değil lisansüstü programlar aracılığıyla da işlerlik kazandırılmasının gereği ortadadır. Disipliner değil, farklı disiplinleri bir araya getiren esnek araştırma alanlarının formal/enformal arayüzlerle kurulması, Fakültemizin araştırma alanlarının güncellenmesine ve sonuçta Fakültemiz araştırma kapasitesinin artmasına aracı olacaktır. Bu noktada, geçirgenliği sağlayacak araç ve arayüzleri oluşturacak eğitim ve araştırma alanlarının, Fakültemiz insan kaynakları açısından da çok önemli olduğunu biliyoruz. Yetkin ancak sınırlı öğretim kadromuzun, yukarıda belirttiğim geçirgenlik adına özendirilmesi ve yeri geldiğinde de, Fakültemize katılacak yeni [genç] akademik kadroların, sözü edilen arayüzleri kuracak ilgi ve araştırma alanlarını da gözetecek biçimde tanımlanmasında, Kurum adına yarar bulunmaktadır — bu noktada, mimarlık ve şehir ve bölge planlama bölümleri arasında yakın zamanda, güncel bir arayüz oluşturan “parametric urbanism” stüdyosunu öncül bir örnek olarak anmak isterim.

Geçirgenliğin lisansüstü seviyede daha sıkı örülmesi amacıyla, çapraz-programlar düşünülmelidir: bölümler özelinde yer alan mevcut lisansüstü programların yeniden yapılandırılmasını ya da yeni programlar aracılığıyla güncel araştırma alanlarını Kurumumuza taşıyacak oluşumlara başvurulmasını öncelikli görüyorum. Bu noktada da, Mimarlık Bölümü bünyesinde TUDelft ile birlikte kurulan ve fakat beş yıllık pilot uygulama sonrası sonlandırılan “Computational Design and Fabrication Technologies” lisansüstü programından elde ettiğimiz bilgi ve becerinin çok önemli olduğunu ve bu alanın Kurum adına önceliğini koruduğunu eklemek isterim. Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümümüz ve yine TUDelft arasında yapılandırılan ortak lisansüstü programını da, benzer biçimde çok önemsiyorum. Bu ve benzeri oluşumlar, güncel araştırmalara öncülük eden, uluslararası kurumlara akademik anlamda eklenebilmemizin ötesinde, kurum içi alt-yapımızın da gözden geçirilerek, güçlendirilmesine aracı olacaktır. Hesaplamalı tasarım ve imalat teknolojileri ve benzeri oluşumlar, tasarım [digital studios] ve imalât [fabrication lab] kapasitemizi artıracak ve Fakültemizi uluslararası alanda denk olduğumuz kurumlarla çok daha yoğun ve sıklıkla yan yana getirecek ve hatta onlara model teşkil edecektir.

Yukarıda değindiğim konunun, özellikle küresel ölçekte süregelen ve her geçen gün etkinleşen etkileşimli öğrenimi [interactive learning] ve bu tür bir eğitim paradigmasının talep ettiği mekânsal yansımaları içerdiğini dikkate alarak, projeler geliştirmekle yükümlüyüz: uluslararası ortamlarda görünürlüğümüzün araştırma altyapımızla doğrudan ilişkili olduğunun farkındalığıyla, Kurumumuzu farklı coğrafyalarda yerleşik saygın akademik ortamlarla bir ağ içerisinde bütünleyecek bu girişimin çok önemli olduğuna inanıyorum.

Bu noktada, önemli bir konuya dikkat çekmek isterim: uzun bir süredir Fakültemizin insan kaynakları açısından ciddi bir baskı altında olduğunu biliyor ve lisans seviyesinde eğitimimizi neredeyse sekteye uğratacak ve daha da ötesi, lisansüstü seviyede araştırma kapasitemizi daraltacak bir sürece tanıklık ediyor ve alanlarında yetkinleşmiş kadroların farklı gerekçelerle, süratle Kurumumuzdan ayrıldığını yakından izliyoruz. Eksik ve hatalı tahlil ve kararlarla pratiğe dökülen yaptırımların, Fakültemiz için ciddi anlamda sorunlu olduğunu hepimiz paylaşıyoruz — son dönemlerde gözlemlenen görece iyileştirmelere karşın, bu konuda kesintisiz bir mücadelenin sürdürülmesi gerektiğine inanıyorum.

Kurum içi “yükseltilme ilke kararlarının” adil olması ve eşitlikçi bir yaklaşımla sürdürülmesini talep ediyoruz; hukuki sorunlara neden olabilecek kimi kararların yeniden ele alınmasının ve özellikle kazanılmış hakları görmezden gelen ve keyfi addedilebilecek uygulamaların hep birlikte takipçisi olmalıyız.

Yeni akademik kadroların Fakültemize kazandırılmasına, yukarıda değindiğim gerekçelerle öncelik verilmesi gerekmektedir: ulusal ve/veya uluslararası kurumlarda deneyim ve güncel/çağdaş araştırma alanlarında yetkinlik edinmiş kadroların Kuruma dahil edilebilmesi yönünde ciddi bir irade ortaya konulması beklenmelidir. Özellikle kurum içinden yetişen yetkin, genç akademik kadroların [özellikle araştırma görevlilerinin], görev süreleriyle ilgili ciddi bir baskı altında bırakıldığını; daha da ötesi, eğitim sürecinde edindikleri kimi deneyimlerinin [örneğin, doktora süreci uluslararası değişimler] ilke kararlarınca yok sayıldığını biliyoruz. Özlük haklarıyla ilgili bu sorunları göz önüne alarak, Kurumun kendi iradesi ile ve özgün koşullarını gözeterek gençleşmesinin önü açılmalı; dolayısıyla güncel araştırma alan ve eğitimle ilgili yeni ve deneysel pratiklerin Kuruma kazandırılması söz konusu olmalıdır.

Özetle, atama ve terfi ile ilgili konuların öncelikli olduğunu bilerek, Fakültemizin özgün ve özerk yapısını gözeten bir siyasanın etkin kılınması [örneğin, Fakülte İnsan Kaynakları Komisyonunun işleyişi adil ve eşitlikçi olmalıdır] ve Üniversitemiz diğer bileşenleriyle kurulan işbirliğinin sürdürülmesi zorunludur.

Önemli gördüğüm ancak yukarıda sıraladığım çalışma akslarını destekleyen bir başka konu üzerinden değerlendirmemi sürdürmek istiyorum: sözü edilen akademik geçirgenliğe izin verecek esnek bir konum da, Fakültemiz alt-yapı olanaklarının iyileştirilmesi gereğidir:

Öncelikle, mevcut derslik ve stüdyo ortamlarında kullandığımız teknolojik alt-yapı geliştirilerek, yeni-teknolojik araçları ve özellikle çevrim-içi ortamları eğitim amacıyla kullanmak isteyen akademik kadro ve öğrencilerimizin talepleri giderilmelidir. İkinci olarak, geçirgenliğin fiziksel arayüzleri olarak kabul edilebilecek, bilgisayar işlikleri [computer lab] ve dijital tasarım ortamları [digital lab], yapı-bilimleri laboratuarı [building science lab] ve bina bilgi modelleme laboratuarı [bim], coğrafi bilgi sistemleri [gis] ile, uluslararası alanda bir mükemmeliyet merkezi [center of excellence] olarak kabul gören malzeme laboratuarı [restoration material lab] benzeri kapasiteler yeniden ele alınmalı, güncel teknolojik vasıtalarla desteklenerek, mekânsal nitelikleri, farklı gereksinimleri karşılayacak biçimde yapılandırılmalıdır. Hiç şüphesiz, genç akademik kadroların temini sürecinde bu tür kapasitelerin gözetilmesi, Fakültemizin gönenci olacaktır.

Teknolojik vasıtaların etkin ve yaygın kullanımı amacıyla teçhizat havuzlarının oluşturulması, özellikle bu tür malzemelere erişimi kısıtlı olan öğrencilerimize de büyük bir kolaylık sağlayacaktır. Bu konuyla bağlantılı olarak, akademik kadronun kullanımına açık, esnek ve ulusal ya da uluslarası toplantıları “online” yürütebilecekleri toplantı/proje odalarının, yukarıda belirtilen niteliklerle kullanıma sokulması plânlanmalıdır.

Üniversitemiz yerleşkesi ve özellikle Fakülte binamız yukarıda değerlendirdiğim kurumsal hafızamızın mekânsal bir yansıması olarak kabul görmelidir; ancak yoğun kullanım ve zamana bağlı yıpranmalar nedeniyle, fiziksel anlamda ciddi sorunlarımızın olduğunu da biliyoruz. Bu bağlamda, gerek Fakülte gelişme planları ve gerek yerleşkemizin yapılaşma kararları sürecinde, Kurumumuzda mevcut yetkin akademik kadronun harekete geçirilmesi gerekmektedir — yaşamsal kalitemizi belirleyen fiziksel ortamların iyileştirilmesi aşamalarında, Fakültemizin beşeri sermayesi öne çıkarılmalıdır.

Eğitim ve araştırma vizyonu çerçevesinde, Fakültemizin önemli bir araştırma arayüzü olarak tasarlanarak işletilen, ancak son dönemde, yaygın kullanımı konusunda kurum-içi tartışmalara neden olan MATPUM ile Fakültemiz arasındaki ilişkinin daha da güçlendirilmesi, her iki yapı arasında bilgi-belge akışının düzenli biçimde sürdürülmesinin yolları aranmalıdır: Fakültemizde yerleşik hale gelen ve genel kabul/değer gören görünürlük, erişebilirlik ve şeffaflık ilkelerinin, diğer bileşenlerimiz ile de kesintisiz sağlanması, kurumun araştırma kapasitesinin artırılması ve yaygınlaştırılmasına da aracı olacaktır. Matpum’un, Teknokent ve Tasarım ve İnovasyon Merkezi benzeri öncül araştırma ortamları ile işbirliğine gitmesi, Fakültemizde yerleşik araştırma kapasitesinin geniş platformlara taşınabilmesi için aracı olacaktır — bu anlamda merkezin, Mimarlık Fakültesi’ne etkin bir araştırma alt-yapısı sağlayacağı kesindir.

Öte yandan, Türkiye ve içinde bulunduğumuz coğrafyamız şehircilik ve mimarlık pratikleri açısından önemli/tarihsel bir dönemden geçmektedir. Özellikle kamuoyu doğru ve güvenilir bir içerik ve dille bilgilendirilmeli, yüz-yüze bırakıldığımız sorunların, salt mesleki anlamda değil, beşeri ve siyasi maliyetleri de, akademik ilkelerden uzaklaşılmadan kamu yararı adına toplumla paylaşılmalıdır. Bu kapsamda, Kurumumuzun üstlendiği toplumcu siyasayı daha geniş bir platforma taşıyabilecek ara yüzlerimizden bir tanesinin de MATPUM olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle, araştırma merkezimizin toplumsal ve kamusal yararı eksenindeki etkinliklerle bağının, daha güçlü biçimde kurulması beklenmelidir.

Bu bağlamda, Fakültemiz basım işliğinin çok önemli bir kapasite ve akademik ara yüzümüz olduğunu bilerek, özellikle kurum içi yayın ortamının daha da etkin kılınmasına çalışılmalıdır. Mevcut Dekanlık yönetimi tarafından yeniden işlerlik kazandırılan bu ortamın, yayın türlerini çeşitlendirerek büyümesi öncelikli bir diğer konu olmalıdır. Özellikle kıdemli akademik kadronun anılmasına, dolayısıyla kurumsal hafızamızın canlı tutulmasına aracı olacak anı-kitapların süreklilik kazanmasının çok önemli olduğuna inanıyorum.

Kurum içi toplumsal barışın, tüm bileşenlerin eşit ve adil koşullarla bir araya gelmesi ve üretmesi ile mümkün olduğuna dair yürekten inancımla, aynı zamanda Fakültemizin hafızasında da tartışılmaz biçimde yeri olan ve Kurumun toplumcu, eşitlikçi niteliğinin en önemli yansımalarından biri olarak kabul gören bir başka konuyu değerlendirmek isterim: Fakülte ortamının bir diğer bileşeni de, idari personel/emekçilerimizdir. Bu nedenle, salt akademik personel ve öğrencilerimizin değil, emekçilerimizin çalışma koşullarının [özlük hakları ve çalışma ortamları/fiziksel standartlar] iyileştirilmesi hususu da öncelikli bir sorun olarak ele alınmalı ve bu konuda çözüm üretilmeye çalışılmalıdır.

Son olarak, kurumsal hafızamız ODTÜ’nün öncül, yapıcı ve fakat yeri geldiğinde muhalif kimliğini bizlere her daim anımsatan engin bir doygunluğa/belgeliğe sahiptir: bunun salt Üniversitemiz ölçeğinde kalmadığını, Türkiye’de yerleşik yüksek öğrenim kurumlarını da, yeri geldiğinde derinden etkilediğini çok iyi biliyoruz. Bu kapsamda, üniversitemizin önemli bir bileşeni olan Fakültemizin, eğitim sisteminin iyileştirilmesi sürecinde [YÖK Yasası, İlgili Yönetmelikler, Yeterlilikler Çerçevesi, Mesleki Yasa ve Yönetmelikler] kendi payına düşen görev ve sorumluluklardan kaçınmaması ve özellikle toplumsal fayda adına, siyaset alanını genişletmesi gerektiğine derinden inanıyorum.

Güven Arif Sargın

Notlar: *10 Haziran 2015 tarihli, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dekanlığı Değerlendirme Sunumu’ndan derlenerek alıntılanmıştır.